Demli çay tadında haberler, yazılar, fikirler....Demli çay olmadan asla yapamam, diyenleri bekleriz...
21 Aralık 2012 Cuma
Mutluluğu tek kişiye bağlamak..
Nazım Hikmet’in çok sevdiğim bir şiiri vardır. Beni en çok etkileyen cümlesi ise; sen mutluluğu hiç bir zaman tek kişiye bağlamadın ki...Bu söz bana herşeye rağmen güçlü olmayı hatırlatır.
Gerçekten hayat çok garip.Hepimizin çok farklı dünyaları, düşünceleri ve yaşamları tarzları var. Lakin bir de elindekilerin kıymetini bilmeyip, mutluluğu tek kişiye bağlayanlar var. O olmadan yapamayanlar, hayatını kaçıranlar, üzüntü ve sevinçleri tek kişiye bağlayanlar var. Bu durum, beni hakikaten çok şaşırtıyor. Kadın olsun, erkek olsun bizler bireyiz, bizler tek başına birer canlıyız. Allah bizi yaratırken bile bizi tek yaratıyor ve hayat yolculuğumuz tek başına başlıyor.Tek başımıza yine toprak oluyoruz. Bu şekilde kurulan dünya düzenine neden isyan ediyoruz? Anlamıyorum...
Bu dünya düzeninde mutluluk veren o kadar çok şey varki, saymakla bitmiyor. Bütün hatalarımıza rağmen bizi affeden ailelerimiz, kahkaha atıp çay içtiğimiz dostlarımız, bizi karşılıksız seven insanlar, duyabilen kulaklarımız ve görebilen gözlerimiz var.
Bir de mutluluğu tek kişiye bağlayıp, hayatından, dostlarından, ailelerinden vazgeçenler... Bize hediye edilen hayatı, ıskalayanlar... Evet, hayat güllük-gülistanlık değil ama mutluluğu tek kişiye bağlayacak kadar basit de değildir.
Bazen duygularınızı ifade edemeyecek anlar olur. O zaman birilerinin sizi anlamasını istersiniz. İşte benim duygularımı anlatan en iyi cümleler:...
Senin hayatı ıskalama lüksün yok
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen.
"Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü birşey değil.
Sen mutluluğu hiç bir zaman tek kişiye bağlamadın ki...
Melek GEDİK
HAYALLERDE BİLE
Deniz hiç olmadığı kadar sakin ve yeşil,
Gökyüzü hiç olmadığı kadar sisli ve bulanık,
Kız kulesi hiç olmadığı kadar yalnız.
Ve ben hiç hissetmediğim kadar çok duygunun
istilasındayım.
Her şimşek aynı anda çakıyor beynimde.Her hatam aynı anda
çarpıyor yüzüme. Hepsi ayrı ayrı acıtıyor. Her mutlu anım tek tek dönüyor
gözleriminönünde. Her kare ayrı ayrı tebessüm ettiriyor dudaklarıma.hepsi için
ayrı ayrı gözyaşım var dökemediğim.acımdan,kahkalarımdan,kayıplarımdan,kazandıklarımdan,mutluluklarımdan
içime akıttğım gözyaşlarım…
Ve artık içimde
bir nehrim var. Suyun hiç olmadığı kadar yeşil olduğu, yeşilin hiç olmadığı
kadar güzel olduğu.Yelkenleri istediğim tarafa yönelttiğim rüzgarın hep benden
yana olduğu ,engelin kısıtlamanın olmadığı özgür bir nehir…
Dibini canıma
batan cam kırıklarıyla süslediğim bir nehir…
Ördeklerin
çizgifilmlerdeki gibi peş peşe boy sırasına göre süzüldüğü birbirini kollayan
ihanetin olmadığı güvenin sonsuz olduğu büyük balığın küçük balığı yemediği
güçlüsü zayıfı olmayan bir nehir…
Ve gökyüzüm var
tabii…
An itibariyle
boğazda başlayan kar gibi bembeyaz, üzerimize örtülen pamuktan yorgan gibi
yumuşacık bir bebeğin pamuktan elleri gibi bembeyaz günahsız lekesiz bir nehir…
Tuttum içimdeki
ateşi yuvarladım en uzaklara koydum güneş diye pamukların arasına. Artık sıcak
ve aydınlık bir nehir…
Çocuklar gördüm
nehrin kenarında kağıttan gemiler yüzdüren, kürekle kumdan kaleler diken, renk
renk balonların peşinde koşuşturan, salıncakta pamuklara yükselen. Şakıyan
kahkahalar atan pırıl pırıl çocuklar.sonra nehrime yansıdı saflıkları ,ışıltıları
,masumlukları sabilerin.Daha bi güzel
göründü gözüme nehrim...
Ve tüm bu görünen güzelliklere rağmen;
Hala tuzluydu nehrin suyu hiç olmadığı kadar,
Kar hiç olmadığı kadar soğuktu
Rüzgar elbet gidecekti güneşi görünce
Beyaz hiç bu kadar som ve korkutucu olmamıştı
Ve çocuklar…
Hiç olmadığı kadar çamura bulamıştı ellerini ve giysilerini
Yürüdüm kıyısından derinliklerine nehrimin. Cam kırıkları hiç
bu kadar yakmamıştı canımı.
Anladım…
Burada rahatı, huzuru,
dinginliği, eşitliği aramamalıydık. Hayallerde bile...
Ve deniz bitti indik.
Kadıköy iskeledeyim
soğuk kırılmış ama kar hala var ve YUMUŞACIK.
MELEK
KARAKAYA
18 Aralık 2012 Salı
Düşünmenin suç olduğu..
Nerden bile bilirdi ki düşünmenin suç olduğunu!!!
Zaman hızlı geçiyordu..artık hızla bitiyordu hayatlar...
Durup, düşünmek zayıflık,
Düşünen insan suçlu oldu.
Kaldıramadın modern dünyayı, yükünü düşünen insan...
Gürültü, kalabalık, sıkıştırılmış zamanlar da olmadı.
Düşünen insan, iç sesini dinlemek isterdi ama zaman izin vermedi.
Yetiştirilmesi gereken işler, dönmesi gereken çarklar vardı.
Hızlı yaşamaya ayak uyduramadı.
Kaçmak istedi neresi olursa olsun , kafasındaki bütün seslerden kurtulmak için...
Ama yapamadı dört bir yanını saran modern duvarlara çarptı.
Bağırmak istiyordu sadece avazı çıktığı kadar...
Hayatın anlamının düşünmek olduğunu biliyordu, düşünmenin müthiş heyecanını damarlarında hissediyordu..
Kafasındaki binlerce düşünce, ona insan olduğunu hatırlatıyordu...
Sonra bir şeyler değişti, zaman mı, mekan mı? Yoksa insanlar mı? Anlamadı...
O durup düşünürken, herkes koşmaya başladı... Onlar koşarken, düşünen insan durdu...
Düşünen insan anlam veremedi bu hızlılığa..
Nerden bile bilirdi ki düşünmenin suç olduğunu?
Melek GEDİK
Zaman hızlı geçiyordu..artık hızla bitiyordu hayatlar...
Durup, düşünmek zayıflık,
Düşünen insan suçlu oldu.
Kaldıramadın modern dünyayı, yükünü düşünen insan...
Gürültü, kalabalık, sıkıştırılmış zamanlar da olmadı.
Düşünen insan, iç sesini dinlemek isterdi ama zaman izin vermedi.
Yetiştirilmesi gereken işler, dönmesi gereken çarklar vardı.
Hızlı yaşamaya ayak uyduramadı.
Kaçmak istedi neresi olursa olsun , kafasındaki bütün seslerden kurtulmak için...
Ama yapamadı dört bir yanını saran modern duvarlara çarptı.
Bağırmak istiyordu sadece avazı çıktığı kadar...
Hayatın anlamının düşünmek olduğunu biliyordu, düşünmenin müthiş heyecanını damarlarında hissediyordu..
Kafasındaki binlerce düşünce, ona insan olduğunu hatırlatıyordu...
Sonra bir şeyler değişti, zaman mı, mekan mı? Yoksa insanlar mı? Anlamadı...
O durup düşünürken, herkes koşmaya başladı... Onlar koşarken, düşünen insan durdu...
Düşünen insan anlam veremedi bu hızlılığa..
Nerden bile bilirdi ki düşünmenin suç olduğunu?
Melek GEDİK
15 Aralık 2012 Cumartesi
O Allah'tır,tarifi olamaz..
Söze Allah (c.c) diye başlamak haddime değil. Ama ben yine
Allah demek istiyorum bütün içimle. Allah.
Düşünüyorum beş harfli bir kelimeye bütün kainat nasıl sığar? Bu nasıl anlatılamayan,anlaşılamayan bir şeydir. Bu içine girdikçe kaybolduğumuz, hatırladıkça unuttuğumuz bir derya ki,tarifi yok.
Esmalarının gizemi zaten aşikar.Her birinde ruhumuzun ve bedenimizin şifası gizli. Her esması özellikle bir anlama gelirken, aslında bütün anlamları içinde barındırabiliyor.. Hepsi birbirinden farklı ama ALLAH ile hepsi birleşen.
Düşünün ki varlığı mutlak ve kesin olan bir yaratıcı var. Ondan başka yaratan olmadığına yemin ederim.Bütün güzellikleri en üstün şekilde kendinde toplamış. Bunları tasarrufla kullarına da vermiş. VEHHAB ismi ile her türlü nimeti kullarına bahşetmiş. Merhametlilerin en merhametlisi...
Her isminde binler şifanın gizlendiğini bilipte şifayı başka yerde aramak gibi bir gaflete düşeriz. GAFFAR esması yetişir.. Günahları,sevaba çevirir..
Yeri gelince ‘üç günlük dünya bu’ diye tarif edip,ölmeyecek gibi yaşarız. Böyle bitmeyen bir gurur,kibir. Her şeyi bilme edaları. Allah’ın ALİM ismi çarpar suratımıza tokat gibi. Bütün ilimlere ezeli ve ebedi sahip,ilminde sahibi.Her şeyi bilen...
Aslolan Allah, asıl izzet sahibi Allah’tır,iman ederiz. Kullarına da aziz olmayı nasip eden yine O’dur. MUİZ ismi ile muamele etmiştir. Aziz kıllar,izzet sahibi eder..
Yalnız biz kullar olarak nankörlükte yarıştığımız için değer bilmez,kibirleniriz. Vasıfları kendimiz edinmiş gibi,elimizden alınma ihtimalini düşünmeyiz. Takvadan başka üstünlüğün kabul edilmeyeceği Allah katını unutur,insanı hor görürüz. Allah’ın en güzel eseri, insanı. Birden MUZİL ismi çıkar karşımıza, zillete düşürür.
Bir ismi var ki hepsini içine almış. Ona örnek,tarif hiçbir şey işlemez. O isim ağızdan çıkınca, kalpte durmuyor yerinde. ALLAH diye feryat edesi geliyor. Bazen öyle an oluyor ki, dört duvar dünyanın cehennemi gibi geliyor. Gitmek istiyorsunuz adını bilmediğiniz alemlere. Sırf ALLAH diyerek.
İşte böyle 99 tane örnek verilirde, ben yapamam. Ne ilmim var, ne cesaretim. Bir eşyayı,bir insanı anlatabiliyorsunuz. Onu bir sürü sıfatla övebiliyorsunuz. Ama bazen öyle an geliyo ki Allah’ı övecek sıfat bulamıyorsunuz.Çünkü o bunları değil daha güzelini hakediyor. Lisan da yetmiyor ki. J
Ey merhameti çok olan Allah’ım, Gaffar esmasıyla affet,Muiz isminle aziz kıl,zillete düşürme bizleri. Dünya bir imtihan, Vehhab isminle yüzümüze bak. Diğer esmalarınla şifadan nasiplendir bizi. Ruhumuzu hasta etme. Yoluna düşür Ya Rabb! Gönlümüzde en güzel yere sen gir. Şah damarımızdan yakınsın,kalplerimizi de al..
Seni çok seviyoruz. Hatalarımızda olsa Rahman ve Rahim ismine sığınıyoruz. Rahman ve Rahim olan adınla başlıyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim..
ES-SELAMU ALEYKÜM..
Pınar KÖSE
Düşünüyorum beş harfli bir kelimeye bütün kainat nasıl sığar? Bu nasıl anlatılamayan,anlaşılamayan bir şeydir. Bu içine girdikçe kaybolduğumuz, hatırladıkça unuttuğumuz bir derya ki,tarifi yok.
Esmalarının gizemi zaten aşikar.Her birinde ruhumuzun ve bedenimizin şifası gizli. Her esması özellikle bir anlama gelirken, aslında bütün anlamları içinde barındırabiliyor.. Hepsi birbirinden farklı ama ALLAH ile hepsi birleşen.
Düşünün ki varlığı mutlak ve kesin olan bir yaratıcı var. Ondan başka yaratan olmadığına yemin ederim.Bütün güzellikleri en üstün şekilde kendinde toplamış. Bunları tasarrufla kullarına da vermiş. VEHHAB ismi ile her türlü nimeti kullarına bahşetmiş. Merhametlilerin en merhametlisi...
Her isminde binler şifanın gizlendiğini bilipte şifayı başka yerde aramak gibi bir gaflete düşeriz. GAFFAR esması yetişir.. Günahları,sevaba çevirir..
Yeri gelince ‘üç günlük dünya bu’ diye tarif edip,ölmeyecek gibi yaşarız. Böyle bitmeyen bir gurur,kibir. Her şeyi bilme edaları. Allah’ın ALİM ismi çarpar suratımıza tokat gibi. Bütün ilimlere ezeli ve ebedi sahip,ilminde sahibi.Her şeyi bilen...
Aslolan Allah, asıl izzet sahibi Allah’tır,iman ederiz. Kullarına da aziz olmayı nasip eden yine O’dur. MUİZ ismi ile muamele etmiştir. Aziz kıllar,izzet sahibi eder..
Yalnız biz kullar olarak nankörlükte yarıştığımız için değer bilmez,kibirleniriz. Vasıfları kendimiz edinmiş gibi,elimizden alınma ihtimalini düşünmeyiz. Takvadan başka üstünlüğün kabul edilmeyeceği Allah katını unutur,insanı hor görürüz. Allah’ın en güzel eseri, insanı. Birden MUZİL ismi çıkar karşımıza, zillete düşürür.
Bir ismi var ki hepsini içine almış. Ona örnek,tarif hiçbir şey işlemez. O isim ağızdan çıkınca, kalpte durmuyor yerinde. ALLAH diye feryat edesi geliyor. Bazen öyle an oluyor ki, dört duvar dünyanın cehennemi gibi geliyor. Gitmek istiyorsunuz adını bilmediğiniz alemlere. Sırf ALLAH diyerek.
İşte böyle 99 tane örnek verilirde, ben yapamam. Ne ilmim var, ne cesaretim. Bir eşyayı,bir insanı anlatabiliyorsunuz. Onu bir sürü sıfatla övebiliyorsunuz. Ama bazen öyle an geliyo ki Allah’ı övecek sıfat bulamıyorsunuz.Çünkü o bunları değil daha güzelini hakediyor. Lisan da yetmiyor ki. J
Ey merhameti çok olan Allah’ım, Gaffar esmasıyla affet,Muiz isminle aziz kıl,zillete düşürme bizleri. Dünya bir imtihan, Vehhab isminle yüzümüze bak. Diğer esmalarınla şifadan nasiplendir bizi. Ruhumuzu hasta etme. Yoluna düşür Ya Rabb! Gönlümüzde en güzel yere sen gir. Şah damarımızdan yakınsın,kalplerimizi de al..
Seni çok seviyoruz. Hatalarımızda olsa Rahman ve Rahim ismine sığınıyoruz. Rahman ve Rahim olan adınla başlıyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim..
ES-SELAMU ALEYKÜM..
Pınar KÖSE
10 Aralık 2012 Pazartesi
ZAMANSIZ RÜZGARLAR
Ben hep zamansız rüzgarların dili oldum...
Ya çok erken vardım, ya da çok geç kaldım...
Korkulardan kaçıp, cesarete sığındım...
Ama yine yalnız kaldım..
Hissetmemek için kaçtım... Kaçtıkça kayboldum..
Denizleri dost..rüzgarı nefes yaptım kendime..
Ağladıkça gözyaşımı denize bıraktım..
Yeni baharlara umut olsunlar diye...
Artık gözyaşlarımı başka denizlere bırakmak için gidiyorum..
Umut dolu günleri yaşamak için.. Kimseye hissettirmeden, sessizce...
Melek Gedik
.
8 Aralık 2012 Cumartesi
Bu da geçer ya hû: Unutma !
Zenginlik de fakirlik de,
hastalık da sağlık da, mutluluk da, başarı da başarısızlık da.. Hepsi
geçicidir.
Hatta hayat bile..
Bakî olan Allah'tır..
Hatta hayat bile..
Bakî olan Allah'tır..
Bu sözler teslimiyet
duygusunun en güzel ifade edilmiş biçimidir. Bu dünya imtihan, sınav
dünyasıdır.
Bu sonu olan bir dünyadır
dostlar...Aslında biz bunları bilen fakat; farkında olmayan “güzel yaratanın”
aciz kullarıyız...
Nefes alışlarımız, kalp
ritimlerimiz, heyecan duygularımız sadece onun elinde..Biz insanoğlu gurur
maskesi altında “her şeyi ben yaptım” nidaları arasında dünyanın sonlu uçurumuna
sürükleniyoruz.
...
Zenginliğin verdiğin güçle
avunuyor... Fakirliğin yaşattığı duygularla vahlanıyoruz.. Ama peygamberimizin
gözünde fakir bir hayat süren insan ,“ne güzel insan”dır.
Önemli olan zenginliğin
yüzünden insanların gıpta ettiği bir insan olmak mı? Yoksa kulların “sevgilisi efendimizin”
güzel gördüğü bir insan olmak mı?
Sağlıklı bir ömrü Allah yolunda harcamak mı hayırlıdır? Yoksa
gelip geçici zevk uğrunda kaybetmek mi?
Mutluluk, başarı ne güzel duygulardır ama; lakin onlarda geçicidir..
Mutluluk, başarı ne güzel duygulardır ama; lakin onlarda geçicidir..
Zaman zaman iç sesimi
dinliyorum. Kulağımda hep şu sözler; “Bu dünya sonlu. Bu beden gidecek. Bir gün
toprak olacak. Ve o zaman ruhum baki kalacak. Dünya nimet ile beslediğim bedenim
toprak oldu. Ruhumu besleye bildin mi? Ruhumun ilacı nerede? Buldum mu?
Ruhumuzun ilacını bulmaya
çalışmak ne acı... Bilip te yaklaşmamak... Koşarken yürümek ne keder... Bildiğin
halde bilmemezlikten gelmek... Acıttığı halde umursamamak...
Kalplerin siyah noktalar
ile kapandığı şu günlerde bizi; sonsuz ışığınla aydınlat Rabbim....
MELEK GEDİK
4 Aralık 2012 Salı
“Gözyaşı ile tebessüm” arasında “SEVMEK”
Sevmek... Her şeyi ile sevmek...
Sevgiyle, aşkla kimi zaman nefretle sevmek...
Acısıyla, üzüntüsüyle, ama mutlulukla sevmek...
Gözyaşlarını yağan yağmura bırakıp, yaşları gülüşe çevirerek sevmek...
Mesafelere rağmen, mesafeleri hiçe sayıp sevmek...
Kıyamadan , ama acıtmak istercesine sevmek...
Gözyaşıyla anlatırken,tebessüm ile anarak sevmek...
Deli rüzgarıyla, sakin deniziyle sevmek...
Korkarak ama her şeye rağmen cesaret edip sevmek...
Göz yaşını tebessüm ile karıştırıp, sonsuza kadar sevmek...
Melek Gedik
2 Aralık 2012 Pazar
Bir Gönül Adamı: Ömer Lütfi Mete
Ünlü şair ve senarist
Ömer Lütfi Mete ölümün 3. yılında dostları tarafından bir anma programı
gerçekleştirildi. Mete, yakın dostları ve sevenleri tarafından bir kez daha
sevgi dolu sözlerle anıldı.
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul şubesin’de
gerçekleştirilen programa Ünlü yönetmen Osman Sınav, Oyuncu Ahmet Yenilmez,
senarist Uğur Uzunok, Yenişafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan ve Ömer Lütfü
Mete’nin oğlu Ali Buhara Mete’ de katıldı.

Osman Sınav: “Ömer
abi, adam gibi adamdı”
Anma programına katılan Ünlü yönetmen ve yapımcı Osman Sınav
Mete ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle ifade etti. “ Ömer abi ile birlikte
çok yoğun çalıştık. Çok koşturan adamdı. Ben koşturdukça sürekli onu
hatırlıyorum. Sürekli bir yere yetişmeye
çalışırdı.. Hergün dostlarının
telaşlarına o da onlarla
koştururdu. Koşa koşa çok erken
gitti. Ama bize çok iyi eserler bıraktı.
Şiirler, fikirler ve senaryolar..Karadeniz insanın fikir ve karakter
yapısını Ömer abi ile öğrendim. O
kuşçunun dili oldu. Kendi düşünceleri kuşçu ile söyledi. Benim kuşçum ise; Ömer abi oldu. Bana çok şey
kattı. Kötülüklere karşında susmayan, direnen bir insandı. Kısacası, adam gibi
adamdı.”
Babam, çok özgün bir
insandı
Anma programanın en dikkat çeken ismi, Mete’nin oğlu Ali
Buhara Mete oldu. Babasını anlatan oğlu şu sözleri kaydetti: “Babam çok özgün
ve farklı br mizacı vardı. Bir çocuğun sorgulamasına yardımcı olmaya çalışır.
Bizi yetişkin gibi dinlerdi. ‘ Gelecek nesillere hakkımız var’ diyerek, ona göre hareket
ederdi. Ölmeden önce 5 kitap yazacaktı,
kurguları hazırdı fakat; ömrü yetmedi. Entellektüel bir insandı. Sürekli
insanların içinde olduğu için halkı çok iyi tanıdı. Minibüse binerdi, halkın
içinde olmayı seviyordu. Sürekli
okuyordu ve bu yüzden hep yeni şeyleri konuşuyordu. Çok gönül almıştır ve tam
bir gönül insanı olduğu düşüyorum.”
Ahmet Yenilmez: “Kendini fark ettirmedi, fark ettirmeden çekip gitti
ve fark edilmiyor.”
Oyuncu Ahmet Yenilmez Mete’yi şu sözlerle anlattı: “ Ömer
abi’nin övgüden çok duaya ihtiyacı var.
Kendini fark ettirmedi, fark ettirmeden
çekip gitti ve fark edilmiyor. Ömer abi’yi bizim kuşak çok zor buldu. Hiç bir
zaman boş durmazdı. Ömer lütfi hayalleri olduğu için yazması gerekirken, mecburiyette yazdı. Sanatçı sadece hayalleri için yazarlar.. Onun eserlerinin birkaçında oynama fırsatı
buldum. Her zaman Ömer Lütfi Mete gibi abilerimizi arkalarından yürüdük yanında
değil; edebimizden dolayı çünkü,onları mertebesine yetişmek zordur. Hep tebessüm ederdi. Onu hep tebessümü
hatırlıyorum. Onun hikayeleri sessizlerin sesi oldu. “
Melek Gedik
30 Kasım 2012 Cuma
Ölüm Allah'ın emri Fatma...

Ölüm Allah’ın emri tabi. ‘Acısı yerde kalsın’ diye bir söz vardır. Bende bu sözün arkasına sığınarak her ölünün arkasından rahmet diler, unuturum. Hayatımda ilk kez tanımadığım,bilmediğim bir insan için ağladım,sızladım. O güzel, toprağın altında 1,5 ayını devirdi. Ben hala bazı şarkıları onu düşünmek için dinliyorum.
Bu da o zamanlar Fatma Nur kardeşime yazdığım bir mektup.
“Öncelikle şunu söylemek isterim ki seni hiç tanımıyorum. Görmedim,arkadaşlık etmedim,muhattapta olmadım. Ama din kardeşliğimizden mi bilmiyorum iki gündür ağlıyorum sana. Belki aynı yaşlarda olmamız, ikimizinde üniversitede olması, başörtülü olmamız.. Bilmiyorum bir şey var beni sana çekiyor. Ellerim sürekli ismini yazıyor internette. Yazdıklarını okuyorum deli gibi. Ölmeden 2 saat,işkence başlamadan 10dk. önce son yazdığın tweetlere bakıyorum uzun uzun.. Sonra aşşağılara iniyorum. Son bir kaç ayda ölümle ilgili yazdıkların çarpıyor gözüme. Malum oldu da ondan mı yazdı bu sözü diyorum : “Planlar yapariz ucsuz bucaksiz... Hersey bir anlik ölüm bir anlik ve tek kisilik” ..
Ya hayatımda tanımadğım kimse için ağladığımı hatırlamıyorum
kardeşim. Ama sana yandım resmen. Allah’ın verdiği başım üstüne. Rabbim kötülük
vermez ki. İnsanlar Fatma Nur, insanlar çok kötü. Belki de mutlusundur öldüğün
için.Öyle kötü insanlar var artık. Tecavüz ederken boğulduğunu,nefes almadığını
anlayamayan biri var mesela. Bu adam 1 çocuk babası, evli. Hayata yenik başlamış
bir yavrucağın babası..Acizliği tavan yapmış, Allah’ın ona verdiği fiziksel kuvveti
güçsüz bir kıza kullanmış,hayatı zevk uğruna sönmüş bir zavallı..
Çaresizliğini hissetmeye çalışıyorum. İlk nasıl anladın kötü
niyetini onun merak ediyorum. Ölürken neler
hissettiğini,anneni,babanı,sevdiğini düşündün mü diyorum. Ertesi gün için
planların var mıydı mesela? Sen ölürken sevdiklerin nerde gülüyordu. Ev
arkadaşın kapıyı açınca seni ne halde gördü merak ediyorum.Kendimi düşünüyorum
trafikte olduğum için söyleniyordum zavallı gibi.. En çokta neye yanıyorum
biliyo musun? Ramazan’ın son günü Allaha dua eder gibi yazmışsın “bir daha ki
ramazana ulaştır” diye.. Daha güzellerini gör Fatma. Güç toplayabilsem o eve
gelip eşyalarına dokunmak isterdim. Seni çok sevdim niye bilmiyorum. Belki
Allah nasip ederde cennette kardeş oluruz Fatma Nur,canım.
Dualarımdasın..”
Pınar Köse
Pınar Köse
MODERN ÇAĞ VE ONUN GÖRÜNMEYEN DUVARLARI
Evet, kimsenin görmediği fakat her tarafımızı saran çok
kalın duvarlara sahibiz. Bu duvarlar şu an ki Dünya sistemini saran; bazılarına
göre küreselleşme, bazılarına göre vahşi kapitalizm. Fakat ben bu sistemin
sizlere siyasi ya da ekonomik yönlerini aktarmak istemiyorum. Çünkü bu sisteme
muhalif herkes bu yönleri ile ilgili görüşlerini aktarmaktadır.
Bu sistem; bize aslında sevgisizliği aşılıyor. Hepimizi
kalpleri taşlaşmış robotlara benzetmek istiyor. Öyle bir dünya da yaşıyoruz ki;
iletişim gün geçtikçe çığ gibi büyüyor, dünya’nın öbür ucundan haber almak,
bağlantı kurmak hatta alışveriş yapmak mümkün. Fakat geniş odalı evlerinin ayrı
köşelerinde konuşmayan, iletişim kuramayan aileleri bu büyük iletişim
dünyasının neresine koymalıyız sizce?

Peki , ne kaybediyoruz? Sizi bilmiyorum ama ben insanların
kalplerindeki sevginin gittiğine inanıyorum. Hatta sevginin nefrete dönüştüğüne
inanıyorum. Bu sisteme dair daha birçok misal verebiliriz; insanlar artık
konuşmaktan hatta selam vermekten acizler. Arkadaşlıklar çıkar ilişkilerine
dayanıyor. Dostluk, arkadaşlık o mühim muhabbetler yok. İnsanların
dertlerine ve acılarına ortak olmak ;
diğer insanlara saçma geliyor. Oysa bunlar; insanların yüreklerinde halen,
sevgi kırıntıları kaldığını simgeleyen küçük detaylardır.
Artık teknoloji çok ilerledi, sağlık imkanları her gün daha
da gelişmekte. Fakat artık sağlıksızız; çünkü vücudumuz ya da ruhumuz maddi
doygunluğa belki fazlasıyla ulaşıyor. Peki, manevi doygunluk o nerelerde ona
nedense ; kimse ulaşamıyor ya da biz ona ulaşmak istemiyoruz.
Belki katılaşmış kalplerimizi yumuşatmak için; bir bebeğin
ellerini tutmak, bir çocuğun gülen gözlerine doyasıya bakmak ya da her gün bak
yine bu gün de nefes alabiliyorum; diyebilmektir . Evet, duvarlar aslında,
onları yıkmak çok kolay; fakat yıkabilecek olanlar, bu duvarları görmediği
halde inananlardır . Bu duvarları gerçek sevgiyi bulmak isteyenler
yıkabilirler. Bu duvarları olumsuzlara rağmen ben varsam, bir sebebi var
diyenler yıkabilirler. Her şeye rağmen nefes almak isteyenler yıkabilirler.
Görünmeyen duvarlarımızı sevginin gücü ile yıkalım!
MELEK GEDİK
29 Kasım 2012 Perşembe
Belki bizimde evlerimiz bir ikindi vakti lavanta kokar...
İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma güzel bir cümle vardı:
"Göz gördü gönül sevdi". Ali Ayçil
"Göz gördü gönül sevdi". Ali Ayçil
Ali abimiz ne güzel demiş. İnsanların ayrıntılara boğulmadığı o günlerle alakalı. Biz facebook ve twitter çocukları olarak o günlere erişemedik ne yazık. Babaanne evlerinin yemek koktuğu,bir kaç demlik çay ile sabaha kadar sohbetin döndüğü,o lavanta kokulu günlere yetişemedik.
Şu yukarıdaki mübarek söz gibi ayrıntılara boğulmadığınız o günlerde istemez miydiniz sevmeyi? Gözünüzün görüpte, gönlünüzün safiyane duygular beslemesini.. Hepimiz isterdik elbet. İlle de karşı cinsle ilgili bir durum değil bu. Anayı,babayı,dostu,akrabayı... Karşılıksız sevmek,sabretmek,iyilik için koşmak. Bu kavramlar yarım yüzyıl kadar öncede kaldı artık.
Tüketmeye itildiğimiz,evlerimizde ebeveyn-kardeş ilişkilerimizi yürütmeye ‘çalıştığımız’ bu yeni dünya bizimdir arkadaşlar. Elektriklerin kesilmesiyle evde geçmeyen zaman bizi nerelere götürüyor. Belki söylediklerim binlerce kez söylendi. Belki klişe gelecek sizlere. Ama ne yazık ki gerçek.
Tüketmeye itildiğimiz,evlerimizde ebeveyn-kardeş ilişkilerimizi yürütmeye ‘çalıştığımız’ bu yeni dünya bizimdir arkadaşlar. Elektriklerin kesilmesiyle evde geçmeyen zaman bizi nerelere götürüyor. Belki söylediklerim binlerce kez söylendi. Belki klişe gelecek sizlere. Ama ne yazık ki gerçek.
Hadi hepimiz kabul edelim. Çoğumuz günün birinde bize kapıyı açamayacak ev halkına “bugün ne yaptın” gibi basit bir soruyu sormuyoruz. Çoğumuz otobüste cama kafamızı yaslayıp uyumak varken, akıllı telefonlarımızla geyiklere dalıyoruz. Mesajlaşmanın bile bir güzelliği vardı diyeceğimiz dönemlere gidiyoruz. Evet mesajlaşmak mektuplaşmak gibi tarihe gömülüyor.
Biz bu acımasız dünyanın çocukları olarak duygularda başta olmak üzere her şeyi hızlandırılmış ders tadında yaşamaya başladık. Bir silkelenmek herkese iyi gelecektir belkide. Zira bu köprüden önce son çıkışa benziyor. Sosyal medyadan kafasını kaldırabilenler umut vaadediyor artık.
Blog için ilk yazım belki çok karamsar gelebilir. Ama insanlara gereksiz hayallerle doldurmak yerine,naçizane uyarmak daha faydalı diye düşünüyorum. Ben bu yazıyı yazmaya çalışırken yukarıdaki sevimsiz kategoriye kendimi de dahil ettim. İnşallah, evde pişen çorbanın hamburgerden daha lezzetli olduğunu farkedebilir, sosyal medyadan kimsenin uzmanlaşamayacağını idrak ederiz.
Belki bizimde evlerimiz bir ikindi vakti lavanta kokar.. Belki bir gecede 5 arkadaş 3 demlik çay içeriz..
Blogumuza hoşgeldiniz:)
Pınar Köse
TEK DERDİMİZ; ÇAMLICA’YA VE TAKSİM’E CAMİ DİKMEK OLDU!!!
Günlerdir
gündemde olan konulardan biri; cami projeleri. İstanbul ‘da yapılması planlanan
3 cami projesi var. Bu camilerin gündemde olma nedeni ise ; yapılacağı yerler. Çamlıca tepesi’ne, Taksim’e
ve Göztepe Parkı’na yapılması planlanıyor. Fakat beni rahatsız eden nokta; ne cami yapılması, ne de
yapılacağı yerler.
Beni rahatsız eden
şey bizim ilgilenmemiz gereken bu kadar zor, gerçek ve sıkıntılı dertler varken
bu konular ile neden meşgul ediyorlar?Gündemimiz neden camilerin yerleri yada mimarileri? Terör, Kadına şiddet, Savaş , işsizlik,
yolsuzluk gibi birçok derdimiz sıkıntımız varken, medya bize niye bunları
dayatıyor?
![]() |
Taksim'de yapılması planlanan cami |
Oturup tüm
siyasetçiler, gazeteciler bu meseleyi tartışıyorlar. Tek derdimiz cami yapmak ya da ‘Muhteşem
yüzyıl’ analizi yapmak mı? Bir ülkede kilise ya da sinagog yapılsın yada
yapılmasın diye bir tartışma olmaz. İhtiyaç ve talep varsa; insanların ihtiyaçları
ve talepleri karşılanır. Bizim doğal hakkımız olan ibadet özgürlüğüne yada
ibadet yerine hiçkimse karışıp, hüküm veremez. Talep edilen yere cami, kilise,
sinagog , cem evi yapılmalı. Bunu en güzel örneği; Kayışdağ Darülazace’dir.
Burada üç dinin ibadet yeri vardır. Çünkü olması gereken budur.Ama hala
benim güzel ülkemin siyasetçileri ve medyası bu konuları ninni edasıyla bize
anlatıyorlar, bizde bu ninnilerle uyuyoruz.
Uyanmak
ümidiyle:)
Melek Gedik
KİTAPLAR KONUŞUR, ENGELLER KALKAR
Engelliler için büyük bir bilgi hazinesi oluşturan sesli
kitaplar ile birçok engelli ‘hayatı farklı açılardan duyuyor’. Görme
engellilerin hayata ses ile tutunduğu ‘Sesli Kitaplar projesi’ yoğun ilgi
görüyor.
Ülkemizde görme engelliler için yapılan birçok çalışma
var. Bu çalışmalar arasında en önemlilerinden biri sesli kitap uygulaması.
Sesli kitap uygulaması hakkında bilgi veren Beyazıt Devlet Kütüphanesi Müdürü
Ayten Şan: “Beyazıt Devlet Kütüphanesi sesli kitap uygulaması bölümü, 1992
yılında bakanlığın öngörüsü ile açılan bir bölüm olup, kurulduğu tarihten bu
yana her kesiminden görme engelli vatandaşlarımıza ücretsiz olarak hizmet veren
bir bölümdür. Bizim ses geçirmeyen 6 tane kabinimiz var. Gönüllü okuyucular bu
kabinlerde kitaplarını okuyorlar. Kitap okuma işlemi bittikten sonra bu kitaplar
cd’ye aktarılıyor. Eskiden kitaplar kasetlere aktarılıyordu fakat teknolojik
ilerleme ile birlikte kasete aktarma dönemi sona erdi. Cd’ye aktarılan kitaplarda
okuma hataları varsa kütüphane görevlilerimiz hataları düzenleyip görme engellilerin
dinleyebilecekleri hale getiriyor. Kitapları görme engelliler kendileri
seçiyor. Kitapların temini konusunda ise onların istedikleri kitapları
kütüphanemizin deposundan çıkartıyoruz ya da görme engelliler kendileri bizlere
okunmasını istedikleri kitapları getiriyorlar. Görme engellilere internet
üzerinden ya da ücretsiz posta yoluyla istedikleri kitapların cd’lerini
yolluyoruz.” Açıklamalarında bulundu.
ÖNEMLİ OLAN GÖRME ENGELLİLERİN İSTEKLERİ
Sesli kitap uygulamasına görme engelliler tarafından
yoğun ilgi olduğunu söyleyen Şan, geçen sene Türk Telekom ve Boğaziçi
Üniversitesi’nin ortak çalışması olan telefonda ücretsiz sesli kitap uygulaması
ile ilginin biraz azaldığını belirtti. Şan: “ Telefondan ücretsiz olarak
başlayan sesli kitap uygulaması buraya olan yoğunluğu biraz azalttı. Fakat biz
mümkün oldukça bize gelen talepleri karşılamaktayız. Görme engellilerin kitap taleplerini
onların istekleri doğrultusunda sürekli güncelleyerek karşılıyoruz. Önemli olan
onların ihtiyaç ve istekleri.”dedi.
GÜZEL DİKSİYON VE SES TONU İLK ŞART
Şan,“Gönüllülerde aranan öncelikli şart; okunacak kitabın
okuma tekniklerine ve yazım kurallarına dikkat ederek okumaktır. Bu yüzden gönüllülerin bu hususlara dikkat
etmesi gerekir. Özellikle Türkçenin yazım ve kullanım kurallarına dikkat ederek
okunması lazım. Ses tonu diğer önemli bir husus. Özellikle kulağı tırmalayan
tiz ses ya da seste kusur olmamasına rağmen peltek ses; görme engelli kişileri rahatsız edebilir.
Çünkü görme engelliler duyma konusunda çok hassaslar. Onlar bizim duyamadığımız
sesleri dahi; çok iyi duyup hemen ayırt edebiliyorlar. Genellikle bu hususlara
dikkat etmeye çalışıyoruz. Bunların
dışında çok fazla gönüllü okuyucuyu zorlayacak koşul getirmiyoruz.”
‘GÖNÜLLÜ OKUYUCUYA İHTİYACIMIZ VAR’
Bugün Beyazıt Devlet Kütüphanesinde bu uygulamadan
yararlanan 410 görme engelli var. Gönüllü okuyucuların sayısı ise 440. Görme
engellilerin talepleri genellikle roman,
şiir, ders kitapları ve siyasi kitaplar
üzerine. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri özellikle
siyasi içerikli kitaplar okumayı tercih ediyorlar. Şan, gönüllü okuyucu profilini şöyle
açıklıyor: “Gönüllü olarak gelen okuyucular genelde emekli olmuş ve orta yaş
grubu okuyuculardır. Gönüllü okuyucularda daha çok kadın ağırlıklı bir okuyucu
kitlesi var bu da kadınların bu gibi sosyal sorumluluk projelerine ne kadar
duyarlı olduğu bize bir kez daha gösteriyor. Bu güne kadar kütüphanemizde 3703
kitap seslendirilmiştir. Fakat gönül isterdi ki bu sayı daha fazla olsun. Daha
çok gönüllü okuyucumuz olsun.
MELEK GEDİK
SOSYAL MEDYA TOPLUMU İSYANA SÜRÜKLER Mİ?

SOSYAL MEDYA HER ÜLKEDE AYNI TEPKİYİ ALMIYOR
Sosyal medya aktivizmi son yıllarda özellikle
baskıcı ve otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde muhalefet yapmanın yeni
bir yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal medya ve aktivizm hareketleri
hakkında araştırmalar yapan blog yazarı Murat Sönmez sosyal medyanın sokak
hareketleri üzerinde büyük bir etkisi olduğu fakat; bunu her ülkede aynı tepkiyi yaratmadığını
söyledi. Murat Sönmez: “Son
iki
yıldır Ortadoğu’da gözlemlediğimiz halk hareketleri kimileri tarafında facebook
ya da twitter devrimi olarak da adlandırılıyor. Şüphesiz bu hareketlerdeki sosyal
medya etkisi yadsınamaz; ancak her ülke için aynı olduğunu söyleyemeyiz.
Örneğin; Arap baharı diye adlandırılan halk hareketlerin ilk çıktığı ülke olan
Tunus ile bugün hala bir isyanın devam ettiği Suriye’de sosyal medyanın etkisi
birbirine eşit değildir. Tunus’taki isyanın temel sebeplerinden birisi
üniversite mezunu ama işsiz olan gençlerin sayıca fazlalığı idi.”dedi.
REFAH SEVİYESİ YÜKSEK ÜLKELERDE SOSYAL MEDYA
AYAKLANMAYA SEBEP OLMAZ
Sosyal medyanın tek başına bir toplumu
ayaklandırmayacağını dile getiren Sönmez şu sözleri kaydetti. Sönmez: “Sosyal
medya kendi başına bir toplumu ayaklandırmaz ya da isyana sürüklemez. İsveç ya
da Norveç gibi bir ülkede sosyal medyayı ele geçirseniz ve 24 saat boyunca
halkı devlete isyana, parlamentoyu basmaya yönelik kışkırtsanız, sonuç
alamazsınız. Sosyal medya ancak zamanı gelmiş bir halk hareketinin
hızlandırıcısı rolünü üstlenebilir. Sosyal medyanın halk hareketlerinde başlıca
iki görevi vardır. İlki halkın harekete geçmesini sağlayacak yazılı ve görsel
metaryallerin onlara ulaştırılması, ikincisi halk hareketi başladıktan sonra
toplulukların organize edilmesi. Nitekim yine Tunus örneğinde; ilk olarak
kendini yakan Muhammed Buazzizi’nin fotoğrafları sosyal medyada çığ gibi
paylaşılmış, ardından oluşan öfke sosyal medya vasıtası ile yönlendirildi”
şeklinde konuştu.
BLOGLAR İSYANI DİLE GETİRİR, FACEBOOK ORGANİZE EDER,
TWİTTER YÖNLENDİRİR
Halk hareketlerinde facebook, twitter ve blogların
en etkili sosyal medya araçları olduğunu ifade eden Sönmez: “Halk, bloglar vasıtası ile isyan noktasına
getirilir, facebook üzerinden organizasyon yapılır, harekete geçtikten sonra da
olan twitter üzerinden yönlendirilir” dedi. Uluslararası örgütlerin ve
devletlerin sosyal medya ve halk hareketlerine nasıl baktığı hakkında
değerlendirme de bulunan Sönmez: “Uluslararası örgütlerin, sosyal medyanın halk
hareketlerine etkisi ile ilgili herhangi bir çalışma içinde olduklarına rastlamadım. Ama ulusal çapta her ülke kendi stratejisini
izliyor. Burada ortalama bir şey söylemek mümkün değil. Örnek Çin ile ABD’nin
konu ile ilgili tavrı birbirinden çok farklı.” olduğunu ifade etti.
MELEK GEDİK
MELEK GEDİK
Etiketler:
Aktivizm,
Blog,
Facebook,
Murat Sönmez,
Sosyal medya,
Twitter
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)